21 Ocak 2013 Pazartesi

BİR FENERGALATA HİKAYESİ


"Bizim sahamızda oynanacak maçta  biz Galatasaray'ı davet etmiştik onlar da bu davete olumlu cevap vermişlerdi. Şimdi ise ezeli rakibimiz ebedi dostumuz Galatasaray bizi davet etti, ve biz geldik.’’ Ve bu böyle sürüp gitti

1800 lerin sonu .. gençLerin ayak topuna merak saldığı, ve her fırsatta mahallelerde top koşturan gençlerin arasında  yer alma, takımlarının bir parçası olabilme isteği ile yanıp tutuştuğu bir son dönem.

Gençler Rum, gençler asi..Gayrimüslimlerin oynamasına izin verildiği dönemde Türk gençleri değil oynamak topun yanına yanaşamaz halde, öyle ki gençler yabancı isimlerle yine takımlarda bir şekilde yer alma peşinde.’’Gol’’ γκολ demek ‘’pas’’ σκωρία demek ‘’koş ‘’ Εκτέλεση demek için öğrenilen yabancı diller de cabası..

Ah bizde futbol oynayabilsek keşke özlemi ile kurulan klüpler hakkında verilen kararlar hep aynı..hep’’red’’ hep ‘’red’’

Gönüller yanıp tutuşuyor,  yağmurlu havalarda dahi bütün varlıklarını ıslak bir palto gibi bir portmantoya asıp topun peşinde koşturuyor Türk gençleri. Hep derler ya çabalamak en sonunda sonuç getirir nihayete ulaştırır dilekleri, öyle oluyor. 1905 yılında liseli gençlerin klüp kurmasına izin veriliyor.

Ali Sami Bey öyle aşk dolu, öyle sevgi dolu bir adam..Aşkı-mı? Topa..öyle ki topu yanında 1 dakika olsun ayırmıyor, koltuk altı top,top koltuk altı..diyor ki’’ Varımız yoğumuz top’’.. Her gün domuz yağı ile yağlıyor topu,  bir gün yaması bozulan topa ayakkabısının yamasını söküp yama yapıyor. ‘’ SEN ‘’  diyorlar kaptanımız,liderimiz sen ol. 1905 yılın Ali Sami Bey önderliğinde takım kuruluyor.

(Geçmişten)‘’Rumlar ve liseli Türk gençlerinin maçı .. Türkler 2-0 kazanıyorlar,tribünlerde yükselen tezahuratlar hala kulaklarda,unutulmuyor ‘’Bravo Galata Sarayı Efendileri,bravo’’

Ve takımın adına Galatasaray diyorlar. Renkler kırmızı beyaz, ama beyaz monarşi,beyaz o dönemde diktatör rejim,beyaz baskıcı,beyaz kabul edilemez..

(Geçmişten) Bahçekapı'daki Şişman Yanko'nun kumaş dükkanına giren Ali Samiyen ve arkadaşlarının gözüne  iki zarif kumaş çarpıyor.Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de, içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı. Tezgahtar, usta bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirir. Ateşin içindeki renk oyunlarını ilk defa orada görürler. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldadığını düşünürler ve sarı kırmızı güllerinde ahengi göz önünde bulundurularak işte o renkleri seçerler.

Galatasaray takımının renkleri artık sarı kırmızı olur.
KADIKÖY ATEŞİ
Benzer bir ateş Kadıköy yakasında da yanmaktadır. Kadıköylü gençler Kadıköy Çayırlarında top koşturan İngiliz gençlerine ve  Rum gençlerine karışmak isterler.Türlü oyunları vardır, hemen her akşamüstü Kuşdili Çayırında yapılan bu futbol maçları ya da antrenmanlarının zevki de bir başka olur..Modadan gelirler,Kuyubaşından gelirler Haydarpaşa’dan gelirler, sırf bu doyumsuz oyuna seyir ile eşlik etmek adına.Günlerde Cuma ya da Pazar değilse yer kuşdili çayırı,yok Cuma ya da Pazar ise Papaz çayırı.. Burma bıyıklı tüylü tüysüz gençler, yanlarında boy boy çocuklarla hanım nineler ve de orta yaşlı hatunlar, Arap bacılar, kahvede pineklemekten usanan efendi kişiler, burada çayırı çepeçevre kuşatır, kadınlar getirdikleri kilimleri yayarlar, erkeklerin kimi toprağa bağdaş kurar, kimi büyükçe bir taşa oturur, panayır havasının ortasında boş alanda top koşturulur.En yükseğe vuranın en erbab sayıldığı dönemde top peşinde koşma aşkıda artık bir başkadır. İngiliz gençler örnek alınır.Kadıköylü gençlerde bir heyecan alır başını gider.Takım olma özlemi artık herkesi iyiden iyiye sarmıştır. Zaman kurulmalarla dağılmalarla böyle geçer. Ve o gün gelir çatar . Kadıköy yakasında da güneş bir başka parlaktır, bahçelerde çiçekler bir başka güzel açmaktadır. Fenerbahçesi’nde kanaryalar bir başka ötüp, burundaki fener sanki bir başka parlak çakmaktadır. Zira, halkın içinden çıkacak bir başka Türk kulübünün kuruluşu için kararın ve de onayının alınacağı çok önemli günlerin çoğu geçmiş, azı ise sanki artık gelmekte..

(Geçmişten)İstanbul’un silüeti deniz üzerinde uzaklardan perde perde yansıyıp dalgalanırken, Fenerbahçe Burnu’nda yanıp sönerek yol gösteren bir fener Türk klübüne sembol olmanın gururnu yaşıyor.Yarımadasındaki sarı-beyaz papatyalar klübe rengini veriyor ama dedik ya.. beyaz monarşi,beyaz o dönemde diktatör rejim,beyaz baskıcı,beyaz kabul edilemez..
Laviverti renklerine katıyorlar.Ve Necip, Ziya önderliğinde 1907 tarihinde klüplerini kuruyolar.

Artık Türk gençlerinde bir heyecan, ama bir taraftan da Rumlarla İngilizlerle oynamanın bıkkınlığı..birbirlerinin namını duymaya başlıyorlar
 ''Hey bir takım var, Kadıköy'de Türklerden oluşuyor, hadi onlarla oynayalım''
Gayrimüslümlere karşı alınan zaferlerin yerini Türk takımı ile  top oynayacak olmanın heyecanı sarıyor.
Ali Sami Bey topu ve takımı hazırlıyor, yine koltuk altında top tekneye biniyorlar, Moda sahiline doğru yola çıkıyorlar. Kadıköy gençleri heyecanlı, Kadıköy gençleri mutlu, ilk defa karşı takım düşmanlardan değil kardeşlerinden oluşuyor.

Tekne yaklaşıyor, Necip Bey burunda bekliyor önünü iliklemiş, Ali Sami Bey teknede.. Tekne duruyor.. Ali Sami Bey iskeleye doğru bir adım atarken aynı anda Necip Bey tekneye bir adım atıyor.

Elini  uzatıyor Ali Sami Bey ''SELAMINALEYKÜM '' diyor..ve cevap geliyor Necip Bey'den ''ALEYKÜMSELAM''.. Ve bu böyle sürüp gidiyor..















8 Ocak 2013 Salı

Eskiden kar yağardı istanbul'a


Ah bu zamane duyguları işte..Nerede o eski günler dedirtiyor insana..Bir ses, bir ses ki tınısı hatırlatıyor geçmişi, yaşadığın çocukluğun geliyor aklına..
Bana en mutluluk veren düşlerimin içine sığınıyorum, küçücük bir zaman aralığında uzaklara gidiyorum.Duyguların kar yağışının hızına endeksli olmasını şimdi  daha iyi anlıyorum.Burnumu cama dayayıp kendi kendime gülümsüyorum. ‘’Hohladığımda cama çıkarttığım nefesime şekil vermeyi ben ne de çok seviyormuşum ‘’

Geriye dönüşlerim var..

Yazın kumdan kalelerin yerini, kışın kardan adamlara bırakmanın heyecanı var içimde.Ananemin ördüğü o zamanlardan yumuşacık atkım var benim,ayağımın her batıp çıkışında gırçlayan kar yığınlarında yürüyüşlerim,torbanın üzerinde yokuş aşağı oturup kayarken aldığım kesiklerim var. Her kar yağışını,tatil olacak hevesiyle iple çeken dileklerim, sımsıkı giyinirken yapacaklarımı listelediğim sayfalarım var. Kardan adama zeytinden değil kömürden göz yaptığım günlerim var, üşümesin diye boynuna atkımı bağladığım ‘’iyiliğim’’,can acıtmasın diye gevşek bıraktığım kar topları ardından dilediğim özürlerim var.

Geriye dönüşlerim var

Kardan adamların boy boy sıralandığı, rekabetin hangisinin ‘’en adam’’ olduğuna dair yaşandığı, üzerine bahislerin oynandığı dünlerim var, bere taktığım için bozulduğunu düşündüğüm saçlarım, yanaklarımı al al eden soğuğun keskin dokunuşları var. Her bir tanenin yere düşüşünü izlediğim, her nazik dönüşüne ayrı bir anlam yüklediğim şiirlerim var. Öyleki ağzım yamulana dek soğuktan konuşamadığım,  yinede  kardan adamı son nefesime kadar tamamlamaya çalıştığım inadım var. Bolkara saplanıp kaldığım, küçük çığlıklarla arkadaşlarımı yanıma topladığım çılgınlıklarım var.

Öyle şimdiye benzemezdi geçmişin karları..
Sıcak şarap hayal edilmezdi şömine önünde, soba başında kestanelerin çıtırtısını dinlerdim babanemle,süt ve tarçın kokan Anadolu Orkidesiydi beni salep in esiri kılan..Çocukluğumu yudum yudum tattığım o lezzeti şimdi nerede arasamda bulsam ..Her gördüğü beyazı kendine saklardı insan, kartanelerini saymaya çalışıp en başa geri dönerdi, ‘’Her yerde kar var’’ şarkısını mırıldanırdı biliyorsa elinde değildi.. Bugün bende mırıldandım..

Eskiden kar yağardı İstanbul’a..

Şimdi kar yine yağıyor çocukluğuma, ben geriye dönüşleri yaşıyorum, her düşüşünde geçmişi anıyorum..Beyazın saflığında ne kadar çocukmuş herşey hatırlıyorum..

Ve ben her zili çaldığımda, küçücük bir şakanın esaretinde; ellerimle beni görmesinler diye kapının o küçük deliğini kapatmayı özlüyorum..