Nereden başlasam nasıl anlatsam dedirten bir yazı bu benim için.
Geçmişe dair herşeyi aynı saflıkla yorumlamaya çalışmak ise bir o kadar güç.
Yazdıklarını okurken sadece okunanlarla sınırlı kalınmıyor ki..Kantinde
içeri girmesini beklediği büyük sınıflardan ‘’onu’’ okuyup bir taraftanda
yediği o küçük kantinin lezzetli jambonlu tostu aklına gelmez mi insanın?
Birçok şeyin daha anlamlı olduğunu görmez mi? Yapılan en büyük
aptallığın bile aslında küçücük yüreğin saflığından kaynaklandığına şahit olmaz
mı? Söylenen en kırıcı lafın dahi gittiği yerden anında bir ‘’u’’ dönüşü ile
sahibine iade olduğu yıllar o yıllar:) kızgınlık anında
karşılğın ‘’Kendi diyen kendi olur’’ tümcesi ile verildiği, sabahın alaca
karanlığında okula giyilen 2 farklı renk çorabın içten gülüşmeler ile
karşılandığı yıllar. Cepten değil, evden arandığın , saatlerce konuştuktan
sonra gizli gizli telefonu yerine koyduğun yıllar. Serviste en arkaya oturmanın
verdiği o hazzın egonu tavan yaptığı yıllar. Sessiz telefonların en sesli
çaldığı, Kalan kontör:2 mesajı ile dünyanın başına yıkıldığı, saatlerce bir
sonraki mesaja neler sığdırabileceğini düşündüğün yıllar.
Küçükken gözünü dayayıp baktığın o küçük delik büyüdükçe senin bile
içinden geçebileceğin bir hal alıyor..Yine
de diyorum ki her zamanın ayrı bir güzelliği var..geçmişin saflığı şimdi ise
yerini, olgunluğa, tecrübeye, oturmuş kişiliğe, herşeye bi çıt daha mantık
çerçevesinde bakmaya bırakıyor, bu yüzden değil midir zaten yaş ilerledikçe
seçimler iyice zorlaşır denmesinin nedeni:) Yine de
değişmeyen tek şey kalbin, küçükkende atıyordu, şimdide aynı heyecanla
atabiliyor.İnsan yine her yaşta tıpkı eskisi gibi sevebiliyor.
Neden mi yazdım bu yazıyı? Her yeniyi hep en eskiymiş gibi yaşamanızı
istedim belki..
Tek derdiniz dansa davet oynarken sizi kimin kaldıracağı olsun..
Yeni eskiler biriktirmeniz dileklerimle:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder