4 Şubat 2013 Pazartesi

Shamballa Style :)


Stilinizde Roberto Bravo markasının göze çarpan ‘’Shamballa’’ bileklikleri ile fark yaratın..

Her insanın kendine saklayacağı bir aşkı olacağı gibi, çekinmeden ulu orta sergileyeceği aşkları da olmalı:)
Konu Aşk-ı Selin ise eğer , mücevherde aşkımın bir parçası değil mi neden  kendime saklayayım:)

Çoğu insanın hayatında bazı radikal kararlar aldığı dönemler vardır, değişime uğrar, bırakın kıyafetleri ,takıları,saçları,fikirleri,alışkanlıkları..ruhunu teslim edenler dahi görürsünüz, şeytana mı meleğe mi orası bilinmez, Bunu farklılaşmak uğruna yaptığı zamanda olur ,sahip olduğu o enerjiden sıkılmıştır, arayış içindedir, kendini daha iyi hissettirecek bir şeylerin peşine düşer ya da artık ‘’Sıradışı’’ olmanın zamanı gelmiştir.

‘’Mücevher ‘‘ deyince şöyle derin bir nefes çekmiyor musunuz? Söylenişi bile peki bi havalı..Vitrinlerde ya da takip ettiğiniz moda avcılarında gördüklerinizi üzerinizde hayal etmediğinizi hiç söylemeyin bana,inanmam.Kim ne giymiş, ne takmış,çok beğenmişseniz nerden bulabilirim adeta günlük yaşantı içerisinde özellikle bilgisayar başı iş yapanların ve internette dolaşanların en azından 1 saatini ayırdıkları ve cevap aradıkları sorulardan sadece birkaçı.Erkek Bayan farkeder mi? Hiç sanmam..

Bir Alexander Mcqueen dir gider yılladır. Kuru kafa ,kuru kafa olalı böle itibar görmemiştir diyebilirim, halbuki  kuru kafa sadece ‘’fazla yaklaşmayın,çarpılırsınız’’ tümcesinin bir öğesiydi benim için. Bende yakın zamanda  tanıştığım bir koleksiyonla ilginç ama beni çok da mutlu eden bir değişimin içinde buldum kendimi..Belki de geç kalmış bir iyi niyet gösterisi bu çokdan farkına varmalıydım diye de düşünmüyor da değilim..

Evet , itiraf ediyorum..Ben bir ‘’kuru kafa’’ aşığı oldum..Shamballa koleksiyonundaki bilekliklerin neredeyse hemen hepsini aldım diyebilirim. Birbirlerinden nasıl ayırabilirim ki? Bir gün çok bilmişim,bir gün deli aşık, bir gün çok sakinim..bir gün bi bakmışım  tehlikeyi kovalayan asi bir ruh..Hepsinin ayrı bir anlamı var ve hepsi de bana özel..

Mutluluğun ve yaşamanın önemini hatırlıyorum, kuru kafaymış! baktıkça herşeyin gelip geçici olduğunu bu yüzden assla huzurumu bozacak şeyleri hayatımda barındırmamayı öğreniyorum, bana her şeyden daha değerli olduğumu hatırlatıyor ötesi var mı :)
Tezatlıklar her zaman sizi hayal kırıklığına uğratmaz unutmayın sakın, olmaz dediğiniz ve size kötü enerji vereceğini düşündüğünüz bir şey gün gelir ‘’vazgeçilmeziniz’’ olabilir...:)

O halde ne diyim iyi ki bu değişimin bir parçası olmuşum ‘’BRAVO’’ bana.. 



21 Ocak 2013 Pazartesi

BİR FENERGALATA HİKAYESİ


"Bizim sahamızda oynanacak maçta  biz Galatasaray'ı davet etmiştik onlar da bu davete olumlu cevap vermişlerdi. Şimdi ise ezeli rakibimiz ebedi dostumuz Galatasaray bizi davet etti, ve biz geldik.’’ Ve bu böyle sürüp gitti

1800 lerin sonu .. gençLerin ayak topuna merak saldığı, ve her fırsatta mahallelerde top koşturan gençlerin arasında  yer alma, takımlarının bir parçası olabilme isteği ile yanıp tutuştuğu bir son dönem.

Gençler Rum, gençler asi..Gayrimüslimlerin oynamasına izin verildiği dönemde Türk gençleri değil oynamak topun yanına yanaşamaz halde, öyle ki gençler yabancı isimlerle yine takımlarda bir şekilde yer alma peşinde.’’Gol’’ γκολ demek ‘’pas’’ σκωρία demek ‘’koş ‘’ Εκτέλεση demek için öğrenilen yabancı diller de cabası..

Ah bizde futbol oynayabilsek keşke özlemi ile kurulan klüpler hakkında verilen kararlar hep aynı..hep’’red’’ hep ‘’red’’

Gönüller yanıp tutuşuyor,  yağmurlu havalarda dahi bütün varlıklarını ıslak bir palto gibi bir portmantoya asıp topun peşinde koşturuyor Türk gençleri. Hep derler ya çabalamak en sonunda sonuç getirir nihayete ulaştırır dilekleri, öyle oluyor. 1905 yılında liseli gençlerin klüp kurmasına izin veriliyor.

Ali Sami Bey öyle aşk dolu, öyle sevgi dolu bir adam..Aşkı-mı? Topa..öyle ki topu yanında 1 dakika olsun ayırmıyor, koltuk altı top,top koltuk altı..diyor ki’’ Varımız yoğumuz top’’.. Her gün domuz yağı ile yağlıyor topu,  bir gün yaması bozulan topa ayakkabısının yamasını söküp yama yapıyor. ‘’ SEN ‘’  diyorlar kaptanımız,liderimiz sen ol. 1905 yılın Ali Sami Bey önderliğinde takım kuruluyor.

(Geçmişten)‘’Rumlar ve liseli Türk gençlerinin maçı .. Türkler 2-0 kazanıyorlar,tribünlerde yükselen tezahuratlar hala kulaklarda,unutulmuyor ‘’Bravo Galata Sarayı Efendileri,bravo’’

Ve takımın adına Galatasaray diyorlar. Renkler kırmızı beyaz, ama beyaz monarşi,beyaz o dönemde diktatör rejim,beyaz baskıcı,beyaz kabul edilemez..

(Geçmişten) Bahçekapı'daki Şişman Yanko'nun kumaş dükkanına giren Ali Samiyen ve arkadaşlarının gözüne  iki zarif kumaş çarpıyor.Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de, içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı. Tezgahtar, usta bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirir. Ateşin içindeki renk oyunlarını ilk defa orada görürler. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldadığını düşünürler ve sarı kırmızı güllerinde ahengi göz önünde bulundurularak işte o renkleri seçerler.

Galatasaray takımının renkleri artık sarı kırmızı olur.
KADIKÖY ATEŞİ
Benzer bir ateş Kadıköy yakasında da yanmaktadır. Kadıköylü gençler Kadıköy Çayırlarında top koşturan İngiliz gençlerine ve  Rum gençlerine karışmak isterler.Türlü oyunları vardır, hemen her akşamüstü Kuşdili Çayırında yapılan bu futbol maçları ya da antrenmanlarının zevki de bir başka olur..Modadan gelirler,Kuyubaşından gelirler Haydarpaşa’dan gelirler, sırf bu doyumsuz oyuna seyir ile eşlik etmek adına.Günlerde Cuma ya da Pazar değilse yer kuşdili çayırı,yok Cuma ya da Pazar ise Papaz çayırı.. Burma bıyıklı tüylü tüysüz gençler, yanlarında boy boy çocuklarla hanım nineler ve de orta yaşlı hatunlar, Arap bacılar, kahvede pineklemekten usanan efendi kişiler, burada çayırı çepeçevre kuşatır, kadınlar getirdikleri kilimleri yayarlar, erkeklerin kimi toprağa bağdaş kurar, kimi büyükçe bir taşa oturur, panayır havasının ortasında boş alanda top koşturulur.En yükseğe vuranın en erbab sayıldığı dönemde top peşinde koşma aşkıda artık bir başkadır. İngiliz gençler örnek alınır.Kadıköylü gençlerde bir heyecan alır başını gider.Takım olma özlemi artık herkesi iyiden iyiye sarmıştır. Zaman kurulmalarla dağılmalarla böyle geçer. Ve o gün gelir çatar . Kadıköy yakasında da güneş bir başka parlaktır, bahçelerde çiçekler bir başka güzel açmaktadır. Fenerbahçesi’nde kanaryalar bir başka ötüp, burundaki fener sanki bir başka parlak çakmaktadır. Zira, halkın içinden çıkacak bir başka Türk kulübünün kuruluşu için kararın ve de onayının alınacağı çok önemli günlerin çoğu geçmiş, azı ise sanki artık gelmekte..

(Geçmişten)İstanbul’un silüeti deniz üzerinde uzaklardan perde perde yansıyıp dalgalanırken, Fenerbahçe Burnu’nda yanıp sönerek yol gösteren bir fener Türk klübüne sembol olmanın gururnu yaşıyor.Yarımadasındaki sarı-beyaz papatyalar klübe rengini veriyor ama dedik ya.. beyaz monarşi,beyaz o dönemde diktatör rejim,beyaz baskıcı,beyaz kabul edilemez..
Laviverti renklerine katıyorlar.Ve Necip, Ziya önderliğinde 1907 tarihinde klüplerini kuruyolar.

Artık Türk gençlerinde bir heyecan, ama bir taraftan da Rumlarla İngilizlerle oynamanın bıkkınlığı..birbirlerinin namını duymaya başlıyorlar
 ''Hey bir takım var, Kadıköy'de Türklerden oluşuyor, hadi onlarla oynayalım''
Gayrimüslümlere karşı alınan zaferlerin yerini Türk takımı ile  top oynayacak olmanın heyecanı sarıyor.
Ali Sami Bey topu ve takımı hazırlıyor, yine koltuk altında top tekneye biniyorlar, Moda sahiline doğru yola çıkıyorlar. Kadıköy gençleri heyecanlı, Kadıköy gençleri mutlu, ilk defa karşı takım düşmanlardan değil kardeşlerinden oluşuyor.

Tekne yaklaşıyor, Necip Bey burunda bekliyor önünü iliklemiş, Ali Sami Bey teknede.. Tekne duruyor.. Ali Sami Bey iskeleye doğru bir adım atarken aynı anda Necip Bey tekneye bir adım atıyor.

Elini  uzatıyor Ali Sami Bey ''SELAMINALEYKÜM '' diyor..ve cevap geliyor Necip Bey'den ''ALEYKÜMSELAM''.. Ve bu böyle sürüp gidiyor..















8 Ocak 2013 Salı

Eskiden kar yağardı istanbul'a


Ah bu zamane duyguları işte..Nerede o eski günler dedirtiyor insana..Bir ses, bir ses ki tınısı hatırlatıyor geçmişi, yaşadığın çocukluğun geliyor aklına..
Bana en mutluluk veren düşlerimin içine sığınıyorum, küçücük bir zaman aralığında uzaklara gidiyorum.Duyguların kar yağışının hızına endeksli olmasını şimdi  daha iyi anlıyorum.Burnumu cama dayayıp kendi kendime gülümsüyorum. ‘’Hohladığımda cama çıkarttığım nefesime şekil vermeyi ben ne de çok seviyormuşum ‘’

Geriye dönüşlerim var..

Yazın kumdan kalelerin yerini, kışın kardan adamlara bırakmanın heyecanı var içimde.Ananemin ördüğü o zamanlardan yumuşacık atkım var benim,ayağımın her batıp çıkışında gırçlayan kar yığınlarında yürüyüşlerim,torbanın üzerinde yokuş aşağı oturup kayarken aldığım kesiklerim var. Her kar yağışını,tatil olacak hevesiyle iple çeken dileklerim, sımsıkı giyinirken yapacaklarımı listelediğim sayfalarım var. Kardan adama zeytinden değil kömürden göz yaptığım günlerim var, üşümesin diye boynuna atkımı bağladığım ‘’iyiliğim’’,can acıtmasın diye gevşek bıraktığım kar topları ardından dilediğim özürlerim var.

Geriye dönüşlerim var

Kardan adamların boy boy sıralandığı, rekabetin hangisinin ‘’en adam’’ olduğuna dair yaşandığı, üzerine bahislerin oynandığı dünlerim var, bere taktığım için bozulduğunu düşündüğüm saçlarım, yanaklarımı al al eden soğuğun keskin dokunuşları var. Her bir tanenin yere düşüşünü izlediğim, her nazik dönüşüne ayrı bir anlam yüklediğim şiirlerim var. Öyleki ağzım yamulana dek soğuktan konuşamadığım,  yinede  kardan adamı son nefesime kadar tamamlamaya çalıştığım inadım var. Bolkara saplanıp kaldığım, küçük çığlıklarla arkadaşlarımı yanıma topladığım çılgınlıklarım var.

Öyle şimdiye benzemezdi geçmişin karları..
Sıcak şarap hayal edilmezdi şömine önünde, soba başında kestanelerin çıtırtısını dinlerdim babanemle,süt ve tarçın kokan Anadolu Orkidesiydi beni salep in esiri kılan..Çocukluğumu yudum yudum tattığım o lezzeti şimdi nerede arasamda bulsam ..Her gördüğü beyazı kendine saklardı insan, kartanelerini saymaya çalışıp en başa geri dönerdi, ‘’Her yerde kar var’’ şarkısını mırıldanırdı biliyorsa elinde değildi.. Bugün bende mırıldandım..

Eskiden kar yağardı İstanbul’a..

Şimdi kar yine yağıyor çocukluğuma, ben geriye dönüşleri yaşıyorum, her düşüşünde geçmişi anıyorum..Beyazın saflığında ne kadar çocukmuş herşey hatırlıyorum..

Ve ben her zili çaldığımda, küçücük bir şakanın esaretinde; ellerimle beni görmesinler diye kapının o küçük deliğini kapatmayı özlüyorum..




31 Aralık 2012 Pazartesi

2012 adına..

Oysa sadece normal ‘’1’’ gün değil mi geçen? Kasımdan Aralığa geçmekten ne farkı var?  

Saat 23:59 Dudaklar konuşuyor, dillerde geri sayma telaşı, yürekler bir başka çarpıyor, ne yapılacak diye bakıyor birbirine gözler, ellere soruluyor deniyor ki eller muhakkak bilir anlamını, kulaklar o sırada çalınan hoş eda şarkıları dinliyor, kollar sarılacağınız kişinin heyecanı ile titriyor..

Saat 24:00   ............................

Kahkahalara sarılmış ve biriktireceğiniz anılarınız, ağladığınız geceleriniz,taşıdığınız hayalleriniz, söylenecek ve bu benim diyeceğiniz şarkılarınız, paylaşılacak dostluklarınız, ‘’ben’’ iken biz olacağınız aşkınız, sevgiliye atacağınız güzel mesajlarınız, çekeceğiniz fotoğraflarınız, zaman zaman karışacak aklınız, öfkeleneceğiniz zamanlarınız, daha da önemlisi her yenisinde bir öncekini aratmayacak yeni yıllarınız olacak..  Yine yeni yeniden yeni bir yıl daha..

Öyle ya da böyle, seni yaşamak güzeldi 2012.......

18 Aralık 2012 Salı

Ağlamak güzeldir

Bakma sık ağladığıma bir sonraki o büyük gülümseme için temizlik yapıyor gözyaşlarım..

Bir karikatür oldukça renkli, paylaşıldığında bir gülümsemeyi peşinden gelecek bin tebessüme takas ediyor. ‘’Bebek ağlıyor, annesi yanına koşmuş, bir şey yok diyor bebek..ağladığımda ne kadar çabuk yanıma geleceksin onu görmek istedim ‘’:)

Karikatüre baktım,gülümsedim sonra babamın hep söylediği bir şey geldi aklıma.. ‘’Babalar gizli gizli tuvalette ağlarlar kızım’’..neden gizli diye hep düşünürdüm çoğu zaman, karikatürle çeliştim bir an,okuduğumda gülümsediğim o anım babamın tümcesi ile buruk bir hüzüne bıraktı yerini, o zaman düşündüm..erkekler mi ağlamaz yoksa babalar mı, ağlamak mı ayıp yok sa babam mı ağlamamalı?

Birinde ağlayınca elde edeceğinizi düşündüğünüz küçük mutluluklar, birinde gözyaşlarınızla yerinden oynarsa sarsılacağınızı düşündüğünüz o naif narin duruşunuz. Küçükken ağladığınızda kazanmayı planladığınız şeylerin yerini, büyüdüğünüzde ağlayınca kaybettiklerinizin dolduracağını sanmanız belki sizi ürküten. Oysa ne güzeldi; ağlamanın sadece küçükken çocuk saflığında anne babasının yaşlandığında onu neler bekleyeceğini bilememekten kaynaklanması.

Oysa ağlamak güzeldir.. duygularınızı sözcüklere gerek duymadan ortaya koyabildiğiniz en derin haliniz, kalp taşıyor olduğunuzun en masum ispatı, gitmelere tanık olan bir çift gözün kal sesi adeta ağlamak, gönlü kupkuru olmuş bir kalbin ıslanarak şekil alması. Seviyorsanız sevdiğinizin omzuna yüz sürme bahanesi, belkide kendi olabildiği tek yer insanın. En hakikatli oyun, merhametinizle saklambaç, gururunuzla köşe kapmaca. Gizli gizli yorgan altı çalışmalarınızın kuruş kuruş ödendiği en uzun mesai. Yeniden doğmaktır bazen, el sallayarak uğurlamak duygularını, ve yeniden açmak yeni gelen yolculara kapılarını.. Damla damla dökülürken yanaklarına hayat vermektir kalan hatıralara..Dokumadır gözyaşlarını kalbinin kilimine.. Bazen ne yapacağınızı bilemediğiniz anların en büyük kurtarıcısı, bazen sesinizi duyurmak varlığınızı hissettirmek kişilere eğer ki tıkalı ise kulakları..

Her yaşın mı ? ayrı bir hikayesi var elbet..kimi gidenlerin kimi gelenlerin marifeti, kimi sonların kimi başlangıçların habercisi..

Ahh ahh !! ne tezgahtır ki o kalbe adını vermiş, en hakikatli kuyumcular , kalbinin tezgahında işlenen gözyaşlarına kıymet biçememiş..

İç çatışmalarında; ruhunla savaşmadan gözyaşlarını usul usul bırakabiliyorsan işte o zaman yaşıyorsun ve hissediyorsun demektir, o yüzden hayıflanma ağlamalarına, bil ki sen o ağladığın zamanlarda sevmiş , ağladığın için sevilmişsin..

Yanınızda her zaman gözyaşlarınızı silecek birisi ya da bir bahaneniz olsun..ve kıymetini bilin gözyaşlarınızın, unutmayın herkes bu kadar içten ağlayamaz..